bugün

entry'ler (60)

nevzat tarhan

Viedomuz budur : https://youtu.be/4qSRRV_GjVk

Bir sürü takıntı vakasından bahsedildiği bu video bilimsellik kisvesi altında dini referanslar zerk edilmeye başlandığı şu dakikalarına kadar gayet keyifli :

16:47 "Bir nevi diyorumki, şeytan acaip bir oyun kuruyor orada, zeki insanlar bu oyuna gelmiyor, ama duygularının esiri olan, zaafları korkuları olan insanlar şeytanın o vesvesesinin oyununa geliyor. Gerçekten, ilmi varmış şeytanın ve şeytan çok iyi oyun kurucu " ( bu yorumu yapan Prof.Dr.Psikiyatr )

18:22 Aynı Prof.Dr.Psikiyatr Mevlana'dan başlıyıp Beddüizzaman'a kadar bize bilimsel referanslar sıralıyor.

emrah safa gürkan

Aklı ağır "ittihat" saplantısı ile malüldür, dolayısı ile bir tarihçi kimliğine bürünerek söylediği hiçbirşey ciddiye alınmamalıdır, bildiğiniz deli saçması yumurtlayabilmektedir.

işte benim kısacık zaman harcayarak tespit ettiğim saçmalıkları :

1. 1912'deki Balkan Harbi faciasından ittihatçılar sorumludur. Doğrusu : ittihatçılar esas yıkımın yaşandığı 1.Balkan Harbi patladığında iktidar değillerdir. Harp patladıktan 3-4 ay sonra darbe ile iktidara geçeceklerdir.

2. Osmanlı'yı doğrudan ittihatçıların yıktığını iddia etmektedir. Dünya savaşının bütün amacı Osmanlı coğrafyasını paylaşmak olunca zavallı Osmanlının savaştan yırtmak gibi bir şansı yoktu zaten, inanmayan savaş öncesi ve savaş sonrası haritalara bir göz gezdirebilir. ittihat bir sürü salaklık yaptı, Alman gemilerini sahiplenip Alman personelle beraber Rusya'ya saldırıp savaşa zamansız girdi, Enver'in akılsızlığı yüzünden koca ordu Sarıkamış'ta tek kurşun atmadan donarak imha oldu ve en önemlisi Ordunun içine Alman generallerini Paşa olarak atama saçmalıklarını yaptı, liste böyle uzar. Fakat, heyhaat, Osmanlı imparatorluğu içinde iktidarın diğer alternatifleri kimlerdi, o beğenmediğimiz ittihatçıların 10'da biri etmeyecek devlet yönetme becerisine sahip olmayanlar mı iktidar olsaydı, muhtemelen 1915 Haziran'ını bile göremezdi Osmanlı.

3. Atatürk ve Kuvva-i Milliye, ingilizler ile hiç çarpışmamış. Yuuuuhhhh diyerek meseleyi sayın Cengiz Özakıncı hocamıza havale ediyoruz : https://www.youtube.com/watch?v=sGKAuQ29TNY

diana ankudinova

Aha buraya yazıyorum, 10 sene sonra okursunuz.

Arkadaşlar iddia ediyorum, bu genç kız ciddi çalışmaya devam ederse, işinde iyi ciddi müzisyen, hoca ve besteci profesyonellerle beraber çalışırsa, önümüzdeki 30 yılın dünya çapında en rakipsiz en benzersiz vokalisti olacak.

Ses rengi benzersiz, bildiğimiz zenci gırtlağı vs. genel geçer bilinen hiçbirşeye benzemiyor, Sibirya'dan gelmiş şaman gırtlağı gibi birşey.

(Rusça: Диана Анкудинова )

red dwarf

BBC'nin ilk olarak 1988'de yayınlandığı, abzürd bilim kurgu komedi dizisidir.

Her haliyle dar bütçeli, ucuz ve sakil bir prodüksiyon olmasına rağmen, senaristlerin inanılmaz yaratıcılıklarıyla ve oyuncuların büyük katkısıyla bir kült haline gelmiştir. Monty Phyon'un bile şöyle böyle bilindiği ülkemizde, bu kült dizinin nasıl olup da hiç tanınmadığı gayet açıktır.

2000'lerin başında yurtdışındayken TV'yi zaplarken şans eseri BBC'de tekrarına denk gelmem sonucu haberdar olduğum bu dizinin bence en çarpıcı özelliği birbirinden komik diyalogların ortayerinde aniden dehşetengiz bir gerçeği gayet komik ve abzürd şekilde suratımıza çarpmasıdır.

örnek:

"Derlerki herhangibir toplum, ayaklanmadan ancak 3 öğün uzaklıktadır. 3 öğün yemek yiyemesinler, anarşi çıkar. Doğruymuş, sen de 2 gün aç kaldın barbar oldun"

Bu laf abzürd bir ağız dalaşının orta yerinde ediliyor, ama akılda kalıyor, sonrasında da adamı düşündürüyor.

Orjinali:

They say that any society is three meals away from revolution.
Deprive a culture of food for three meals and you'll have anarchy.
It's true. You've gone without food for two days and become a barbarian.

S03E02 - Marooned

jim hall

2013'te hayata veda etmiştir.

Benim dinler dinlemez çarpılıp tüylerimi diken diken eden Concierto albümündeki muhteşem Concierto de Aranjuez yorumudur.

concierto de aranjuez

Caz yorumu için bkz. Concierto

concierto

Caz gitaristi Jim Hall'un, Chet Baker, Roland Hanna, Steve Gadd , Ron Carter ve Paul Desmond kadrosuyla beraber çıkardığı 1975 tarihli albümdür. Albüme ismini veren yaklaşık 19 dakikalık "Concierto de Aranjuez" yorumudur.

Bu albümdeki Concierto de Aranjuez , efsanevi kadronun efsane yorumudur.

Bir klasik batı müziği eserinin aslından daha iyi benim bildiğim en güçlü örneğidir. Adamlar sel olup akmışlar, doğaçlamanın dibine vurmuşlar, klasik müziğin kağıt üstündeki sabit cansız notalarına kendi ruhlarından nefes üfleyip hayat vermişler.

https://www.youtube.com/watch?v=iD6k2E61ABY

herkes 100 dolar alsa akp nin çökeceği gerçeği

16 Nısan 2017 akşamına kadar geçerli entrydir bu. Sonuç ne olursa olsun, 17 nisan sabahı itibarıyla işbu entry kadük olacak, yerini "70 cent" başlığına bırakacaktır.

unutulmaz film replikleri

Marsellus : That is your pride fucking with you. Fuck pride. ( Bu senin gururundur, seninle dalga geçiyor, siktir et gururu)
...
Marsellus : Step aside butch ( Kenara çekil Butch )
....
Butch : Are you OK ? ( iyi misin ? )
Marsellus : No, man. I'm pretty fucking far from OK. ( Değilim adamım, iyi olmaktan anasının a.. kadar uzağım )
...
Marsellus : Did you hear me Hillybilly boy. ( Duydun mu beni dağlı çocuk )
..
Marsellus : There is no you and me, no more (Sen ve ben diye birşey yok, artık yok )

sarangi

Sarangi deyip Ram Narayan dememek olmaz. 1950'lere kadar görevi vokalistin ve dansçıların arkasında eşlikçilik olan sarangiyi solo Hindustani enstrumanı haline getiren büyük üstaddır kendileri.

django

Modern Jazz Quartet'in kurucusu ve lideri piyanist John Lewis'in 1953 tarihli bestesidir. MJQ'in 1954 aynı adlı albümünün açılış parçasıdır. Efsanevi Belçikalı çingene gitarist Django Reinhardt'ın (1910-1953) anısına ithaf edilmiştir.

işbu entryi açmama sebep olan John McLaughlin yorumudur :

https://www.youtube.com/watch?v=viDVXHyIbCo

katlanır bisiklet

Anafikir : En iyi bisiklet her zaman yanında olandır.

Yavaş gibi gözüküyor ama değildir, aynakola (yani pedal dişlisine) iyi bakarsanız normalden büyük, yaklaşık 52-48 diş olduğunu görürsünüz, normal boy bisikletlerde bu rakam çoğunlukla 44-42 falandır, yani küçük tekerin hız dezavantajı bununla bir nebze giderilmiştir. Hız ile ilgili kısıtlaması mekanik değil güvenlik, denge ve rüzgar direnciyle ilgilidir : lastikler küçük olduğu için bütün çukur ve tümseklere daha dik açıyla girer ve sarsılır, gidon küçük olduğu için kontrolü zordur ( zamanla alışılıyor ), daha dik oturulduğu için rüzgar direnci fazladır.

Bu teknik detayları bır yana atarsak, kendi tecrübemi paylaşayım : Hergün yaklaşık 45-50km yolu kendimi kasmadan 2 saatte alabiliyorum, kısacası 24-25 km/s gibi ortalama hızı kolayca tutturabiliyorum, Bu çok kişi için yeterin çok üzerinde bir rakamdır, sonuçta ekstreme (40+ km/s) çıkmadığınız sürece hızı belirleyen esas faktör bisiklet değil bizzat bacaklarınızın beygirgücü ve nefesinizdir.

Olmadık biryerde lastiğiniz patlarsa veya bir sebeple yolda kalırsanız veya sadece nefesiniz kesilirse, bütün taksiler sorun çıkarmadan bisikletinizi kabul edecektir. Yanınızda battal boy çöp poşeti olması koşuluyla otobüs metro vapur da emrinize amade, tenha saatlerde çöp poşetini de boşverebilirsiniz.

Diğer bisikletler gibi bunu da park edip kilitleyebileceğiniz gibi ortamın müsait olmadığı (kim kime dumduma semtler gibi ) yerlerde hiçbir lokanta, dükkan vs. bisikleti kabul etmezlik yapmadı. (bilakis çoğu işyeri sahibinin hoşuna gidiyor, merak uyandırıyor). Akşamları, aracınız varsa bagaj, yoksa asansör çok faydalı icatlar haline dönüşüyor. Seyehatte orta sınıf sedan bagajına 2 tane sığdırabildim, uğraşsam 3.sü de sığar gibi gözüküyordu.

Aynen diğer bisikletler gibi yokuş çıkıyor sonuçta bacaklarınızda ne kadar tork o kadar köfte. Yokuş çok dikse veya yokuşta ayağa kalkma ihtiyacınız olacaksa, gidon borusu öne eğimli modelleri tercih edin. ( aksi takdirde şaha kalkabilir )

Adam gibi katlanmayan model seçmeyin. Bısıklet katlandığında sele borusu yere değene kadar aşağı itilebilmeli, aksi takdirde hem sele dışarıda kalıyor hem de bisiklet katlı halde ayakta duramıyor. Unutmayın, kadro ve menteşeler (kat yerleri) dışında bütün parçalar standarttır (yani Shımano * ) ve sonradan değiştirebilrsiniz, alırken kadro ve menteşelerin sağlamalılığından emin olun.

* işbu muhabbetlerin hepsi 20 inçlik bisiklet üzerinedir.

dijital piyano

J. S. Bach (1685-1750) hayatının ılk piyanosunu 1730'da görmüş. Bach bu piyanoyu beğenmemiş, tiz tonları zayıf bulmuş, piyano henüz yeni bir icatmış. Bach, çalınmaya değer ilk piyanoyu ancak 1747'de, ölümünden sadece 3 yıl önce tecrübe edebilmiş. Bach'ın bütün hayatı org ve klavsen ile geçmiş, bu durum O'nun tüm zamanların en büyüklerinden biri olmasına engel olmamış.

Bu arada piyano dediğimiz şey 20yy başına kadar evrilmeye devam etmiş, anlayacağınız ne Mozart ne de Beethoven bugün bildiğimiz anlamda piyanoyu hiç görmemişler.

Bütün bunları neden anlatıyorum :

Akustik piyano gibi yar bağdat gibi diyar olmaz düsturuyla akustik piyanoyu kutsayan, dıjıtal piyanoyu itin g..üne sokan bir anlayış hakim bazı romantiklerde. Bunlar sanıyorlarki piyano 1 milyon yıldır var olan ve hiç değişmeyen, çoktan mükemmele ermiş daha iyisi yapılamayan bir icat. Hatta bunlara göre pıyano sadece bir icat değil referans bir standart, neredeyse metre kilo vs gibi değişmez ölçü birimi.

Piyano tanım itibarıyla her tuşun farklı nota verdiği diskrit bir alet zaten. Piyanoyu kullanıcı açısından analog yapan tek şey her bir tuşa basış hızının çıkan sesin niceliğini değiştiriyor olması, başka hiçbir parametresi yok. Gitar olsa tele nasıl dokunduğun, keman olsa yayı nasıl tuttuğun veya flüt olsa nefesini nasıl verdiğin gibi sonsuz parametre vardı işin içinde. Bu açıdan piyano dijitize edilmesi en kolay enstruman, ki gümüzde bayağı başarılı örnekleri var.

Bir de insan parmağının piyano tuşuyla etkileşimi var, parmağa en yüksek hassasiyeti verecek hissiyatı sağlaması gibi. Bunu herkes akustik piyanoya ne kadar benzediğiyle karşılaştırıyor ama gözardı edilen şey akustik piyanonun tuşesinin mükemmel olmayabileceği, zira akustik piyano mekanik bir düzenek sonuçta bir ağırlığın (çekicin) tele vurması gerekiyor. Dijital piyanonun böyle bir zorunluluğu yok insan parmağına, insan sinir sistemine en uygun tepkiyi verecek şekilde, herhangibiir mekanik kısıtlama olmadan tasarlanabilir. Bu gerçeği bir kenara koyarsak, yani olayı sadece akustik piyanonun tuşesine benzemesi açısından değerlendirsek bile, orta karar dijital piyanoların tuşesini bile akustik piyanolardan ayırd etmek zor.

Akustik piyanonun kuyruklu olanıyla konsol olanı arasında ciddi mekanik farklılık var, yani tuşeleri farklı, aslına bakarsanız aynı tip, aynı marka piyanoların bile arasında tuşe farkı var, hangisine göre yapacağız bu tuşenin benzemesi değerlendirmesini tartışmak gerekir. neyse şimdilik girmeyelim o kadarına......

Enstrumanın sesi itibarıyla şimdilik "blind test"ten geçmez, bir farklılık var ,ama farklı olması kötü olduğu anlamına gelmiyor.

Sonuçta başa dönersek piyano bazılarının sandığı gibi sabit bir enstruman değil, evrimine devam ediyor ve tahminim 10-20 yıl içinde piyanonun geleceği dijital olacak. Herşeye rağmen akustik ölmeyecek, nasıl ki mekanik saatler hala var, fotograf filmi hala kullanılıyor, sitil tarz, takdir edilesi mekanik işçiliğe tapınma fetişi vs. gibi sebeplerle yaşamaya devam edecek, ama sadece o kadar işte.

Yarın öbürgün birileri konserde grand piyano kasasına gızlediği dijital ile performansını gerçekleştirdikten sonra kasanın içindekini gösterip salondaki akustik püristlerinin yüzünü kızartırsa hiç şaşırmam.

istanbulda musluktan kokulu su akmasi

2015 yazı itibarıyla, hangisi daha kötü kokuyor bilemedim :

Musluktan akan suyun çamur-küf kokusu mu yoksa memleketimin çürük düzeninin kokusu mu ?

Kimi diyor yok Yuvacık barajından alınıyormuş onun yerine Sapanca'dan alınınca kokmuş, kimi diyor Melen Çayı bu sene kokmuş, bu koku onun kokusuymuş vs. Bre insafınız kurusun, bir haritaya bakın istanbul nere, Yuvacık, Sapanca, Melen nere.

Anadolu köyünün kasabasının bütün üretimini durdurmuşsun, insanları şehre göçettirmişsin, yetmemiş şehirlerdeki ekonomiyi de bitirdiğin için şehirlerdekileri de büyük şehre, istanbul'a göçettirmişsin, ben diyeyim 12 sen de 15 milyonluk bir hengame oluşmasına sebep olmuşsun, öyle bir hengameki komşu ilin suyu değil, komşunun komşusunun komşusunun suyuna muhtaç bir hengame. Şimdi de ekonomi niyetine bildiğin tek iş rant işi bozulmasın diye, o rantın kontrolünü elinde bulunan belediye yönetimine zeval gelmesin diye çıt çıkarttırmıyorsun "candaş" ana akım medyana.

Hayır kokan musluk suyu değil, kokan memleketimin bozuk düzeni.

our spanish love song

Charlie Haden'ın bestesidir.

Daha önce "Always say goodbye" (Charlie Haden's West Quartet - 1994) albümünde yayımlanmış olmakla beraber burada entry açmamı icap ettiren yorum "Beyond the Mıssouri Sky" ( Charlie Haden & Pat Metheny - 1997 ) albümündendir.

Baba, bir gitar solosu bu kadar mı hüzünlü ve aynı zamanda bu kadar coşkulu olur, o melodi hiç tekrara kaçmadan cümle cümle yükselerek, en nihayetinda harika bir bas solosuyla bu kadar mı güzel bağlanır.

Öffff, şimdi yine dinledim, yine tüylerim diken diken, halbuki ilk çıktığı zamandan beri bilirim bu parçayı.

https://www.youtube.com/watch?v=ogLjbzr02Bw

casta diva

Neden ?

Youtube'da Bellini'nin "Norma" operasının bu en ünlü aryasının bütün yorumlarını tek tek gözden geçirdim. Monserrat Caballe, Joan Sutherland, Angela Gheorghui (2046), Renee Fleming, Anna Netrebko, Leyla Gencer, Cecilia Bertoli, hepsi kusursuz, güzel hatta süper yorumlamışlar.

Ama neden Maria Callas'ın yorumu farklı ?

Belki aralarında en defolu yorum O'nunki, belki en zayıf orkestra-koro eşlik etmiş, belki de en kötü ses kayıt cihazları ve teknikleri kullanılmış ama neden bir daha bir daha Callas'ın yorumunu dinleyip durdum.

Neden Callas'ın yorumundan sonra dinlediğim diğer mükemmel yorumları sıkıcı bulup yarıda bıraktım.

Neden ?

michel petrucciani

Onca zekayı yeteneği küçücük bir bedene, yapacak onca şeyi kısacık ömre sıkıştırdığınız zaman ortaya çıkan şeyin adıdır.

"Osteogenesis imperfecta" (OI) veya bildiğimiz adıyla "Cam kemik hastalığı"nda muzadipmiş kendisi, en başından beri erken öleceğini biliyormuş dolayısyla hiç frene basmamış, 1999'da 36 yaşında öldüğünde arkasında Jazz tarihinin en önemli külliyatlarından birini bırakmıştır.

Youtube O'nun videolarıyla dolu aralarından birini seçip öneremiyorum, boş yok çünkü. Yalnız konser videolarında piyanonun sağında solunda altında falan başka birini aramayın boşuna, bütün tuşlara sadece o küçük adam basıyor, başkası değil.

diana damrau

Dün akşama kadar tanımazdım kendilerini, youtube'da Mozart'ın K427 Büyük Mes'indeki Kyrie yorumlarına bir gözatayım dedim aralarında çok fark var mı diye : Varmış.

http://www.youtube.com/watch?v=pW4eEmz141g Solo bölüm 2:20'den 5:20'e kadar.

Opera meraklısı falan değilim "Gece Kraliçesi" falan da bilmem ama dinlediğim Kyrie yorumu bana yetti.

kyrie

Hristiyan ayinlerinde söylenen ilahilerden birisidir. Aynı şekilde ayin müziği olan "Mass" formunun parçalarından biridir. Kyrie'nin Chrıstie, Glorıa, Domine Deus, Sanctus, Credo, Sanctus vs. muhtelif kardeşleri vardır.

Bu bilgiye verdikten sonra bu entry'yi açmama neden olan esas meseleye gelelim :

Mozart'ın K.427 sayılı sol minör "Büyük Mass"in ilk parçasıdır.

malumat : http://en.wikipedia.org/wiki/Great_Mass_in_C_minor
Diana Damrau dan bir yorumu : http://www.youtube.com/watch?v=pW4eEmz141g

in god we trust everyone else pay cash

Amerikada bazı dükkanlarda, işyerlerinde görülebilen bir ibaredir. Tam tercümesi "Allaha güveniriz, diğer herkes nakit ödesin". Tabiiki Amerikan kültüründe bütün dolar banknotlarının üzerindeki "In God We Trust" ifadesine dokundurmacadır.

Bizim kültürümüzde ise 10-15 yıl öncesine kadar dükkanlarda sıkça gördüğümüz "VERESiYEMiZ YOKTUR" ibaresine denk düşer. Kredi kartı ile beraber artık anlamını unuttuğumuz bir ifadedir veya en azindan artık "sıkıysa ödeme, nasıl olsa banka faiziyle beraber söke söke alır" şeklinde yorumladığımız ifadedir.

Popüler kültür : Christine (John Carpenter-1983), dakika 1:18:00, Arnie'nin patronu garaj sahibinin ofisindeki masa.